Psikiyatri ve Psikoterapi
Psikiyatri ve psikoterapi hakkında her şey...
Psikanaliz ve Psikanalitik Psikoterapi
Psikanaliz, hiç olmazsa ülkemizde birçok yerde ve kişilerce, bilerek, bilmeyerek, yanlış tanınmakta ya da tanıtılmaktadır. Çoğu kez, konuşma ile yapılan her türlü psikoterapiye yanlış olarak "psikanaliz" adı verilmektedir.
Psikanaliz Nedir?
Klasik psikanaliz özel yöntem ve çok yoğun çalışma gerektiren bir psikoterapi türüdür. Psikanalistin özel eğitim görmesi, kendisinin eğitim için psikanalizden geçmesi gerekir. Ruh hastaları ya da ruhsal sorunları olan kişiler arasında ancak özel bir kesime uygulanabilir. Sağaltım süresi yılları kapsayabilen bir uzunluktadır. Psikanalizde hasta, haftada en az 2, ortalama 3-4 kez seanslara gelmelidir. Bu seanslarda hasta sedirde (divan) uzanarak konuşur. Serbest çağrışım temel kuraldır. Psikanalizde amaç, kökten yapısal değişim, bastırılmış ya da ayrı tutulan (disosiye edilen) bilinçdışı çatışmanın egonun bilinçli yapısıyla bütünleştirilmesidir.
Psikanalitik Psikoterapi Nedir?
Psikanalitik Yönelimli Psikoterapi tedavi yaklaşımı olarak psikanaliz ilkelerini temel alan, fakat klasik uygulama kurallarına bağlı kalmayan sağaltım türüdür. Bu tedaviyi uygulayacak hekimin uzun süre denetim altında eğitim görmesi zorunludur. Hastalar yine özel seçilmelidir. Haftalık sağaltım seansları daha esnek tutulabilir. Hasta sedire uzanmaz; yüz yüze konuşulur. Serbest çağrışım kural değildir. Sağaltım 2-3 yıl, hatta daha uzun sürebilir. Psikanalitik psikoterapi yorumu kullanır, ancak ağır psikopatolojisi olan pek çok hastada, açıklama (klarifikasyon) ve yüzleştirme (konfrontasyon) yorumdan daha fazla kullanılır. Bilinçdışı anlamların “şimdi ve burada” yorumlanması, “geçmiş yer ve zamanda” yorumlanmasından daha fazla yer alır. Psikanalitik Yönelimli psikoterapide amaç, yakınılan belirtilerde önemli değişiklikler sağlamak üzere ruhsal yapının kısmen yeniden yapılandırılmasıdır.
İki Yöntem Arasındaki Benzerlikler ve Farklar
Her iki sağaltım türü de içgörü kazanarak benliğin güçlenmesini, kişiliğin değişimini amaçlamaktadır. Arada genellikle yoğunluk ve derinlik farkı vardır. İki tedavi arasındaki farklılıklara bakarsak, psikanalitik yönelimli terapide psikanalize göre daha sınırlı bir değişim amaçlanır. Çağımızda, klasik psikanaliz daha seyrek uygulanırken psikanalitik yönelimli psikoterapiler ise daha sık kullanılmaktadır.
Bu Psikotarapileri Kimler Yapabilir?
Uygulamada klasik psikanaliz ya da analitik yönelimli psikoterapi yapabilmek için bu bilgilerin bilinmesi ve bu konuda eğitim alınması zorunludur. Ancak, bu bilgilerin kuramsal olarak bilinmesi ile analitik sağaltımın uygulanabilmesi tümden ayrı şeylerdir. Kuramlar dizgesi ile psikanaliz yöntemi arasındaki bağlar, yöntem üzerinde yeterince eğitim görmüş kişilerce kurulabilir. Örneğin, çocuğun gelişme dönemlerinde karşılaşmış olduğu sorunları ve çatışmaları bilmek başka; bunları bir sağaltım amacı ile inceleyebilmek, yorumlayabilmek ve çözüm yolları gösterebilmek başka iştir.
Psikanalizin Ortaya Çıkışı Nasıl Oldu?
Freud, başlangıçta sağaltıma olan ilgisi ile yola çıkmış ve giderek psikanaliz kuramım geliştirmişti. Aslında kendisi klinisyen olmaktan çok bir araştırmacı idi. Nitekim Freud, sağaltımdan çok araştırma ve kuramsal çalışmaya daha meraklı olduğunu açıkça söylemişti.
1880'lerden başlayarak Freud, bir yandan akademik çalışmaya, araştırmaya, yeni buluşlara çok meraklı iken; bir yandan da parasal sıkıntılar nedeni ile sağaltımla uğraşmak zorunluluğunu duyuyordu. Meslek yaşamının başında iyi bir nörolog ve nörofizyolog oldu; kokain üzerindeki çalışmaları ile Viyana'daki hekimler arasında tanındı. Bir sinir hekimi olarak Freud, ünlü Fransız hekimi Charcot’nun yanında çalışmaya çok önem veriyordu. 1885-1886 yılları arasında bir süre Paris'e giderek Charcot’nun yanında çalışma olanağını buldu. Büyük bir gözlemci olan Charcot'dan yalnız ruh ve sinir hastalıklarının, öncelikle histerinin kliniği üzerindeki bilgilerini arttırmakla kalmadı; aynı zamanda hipnoz yöntemini öğrendi. Bu sırada Charcot’nun histeri üzerindeki yeni görüşleri büyük ilgi çekiyordu. Charcot histerinin hipnozla, telkin ile ortaya çıkarılabilen; erkeklerde ve çocuklarda da görülebilen işlevsel bir hastalık olduğunu kanıtlamıştı.
Freud Viyana' ya döndükten kısa bir süre sonra (1886), arkadaşı Breuer'in de etkisi ile hastalarını hipnoz ile sağaltmaya başladı. Hipnozu önce bir baskı ve telkin yöntemi olarak kullanıyordu. Kısa sürede hem Breuer'in, hem de Nancy okulunun kurucusu Bernheim'in etkisi ile boşaltma (catharsis) yöntemini uygulamaya başladı. Bu yöntemde hipnoza giren hastaya hastalığa neden olabilecek olay ve anıları anlatması, duygularını boşaltması isteniyordu. Bu süre içinde, yani 1888-1895 yılları arasında, Freud'un Breuer ile birlikte histeri üzerindeki çalışmaları psikanalizin başlangıç dönemi sayılır. Birlikte yazdıkları Histeri Üzerine Çalışmalar'da (1893-1895) Breuer ve Freud şöyle yazıyorlardı:
"Histerik belirtiyi ortaya çıkaran olay anımsatılıp konuşturulunca ve hasta, olayın bütün ayrıntılarını duygusal yönü ile birlikte açıklayınca, her bir histerik belirti hemen ve tümden kayboluyordu."
Bu sağaltıcı etkinin gerçek duygusal bir boşaltma (catharsis) ile olduğuna inanıyorlardı. Bir başka deyimle histerik belirti bastırılmış duygular ile ilgili idi ve bunların boşalımı hipnoz yöntemi ile olabiliyordu. Ancak, kimi hastalarda olumlu sonuçlar almış olsa bile, Freud kısa sürede, hipnoz yöntemini yetersiz bulmaya başladı. Bilimsel merakı ile yeni buluşlara doğru ilerlemeyi kendisi için kaçınılmaz bir görev sayan Freud 'un dikkatini çeken nokta, hastaların sağaltımda gösterdikleri karşı güç, "direnç" idi. Breuer'in hastası Anna O. çok kolaylıkla uyutulabilirken, Freud'un hastası Elizabeth Von R. uyutulamıyor ve anılarını, düşüncelerini açıklayamıyordu. Freud bu direnç olayının farkına vardıkça şu noktayı düşünmeye başladı: Sağaltıma karşı olan dirençler ile hastalığı doğuran ruhsal etkenlerin bilinçlenmesini önleyen güçler aynı şeydi. Amaç bir savunma idi. Yani histerik hastalarda belirtiye neden olan olayların bilinçlenmesine karşı gelen güç, belirtinin ortaya çıkmasına neden oluyordu. Psikanalizin bu başlangıç yıllarında Freud, hep belirtiler üzerinde duruyordu ve sağaltım belirtilerin ortadan kaldırılmasına yönelikti. Gerçek nedenler açıklanmış olmuyordu. Zamanla Freud, nevrozların oluşumunda bu yöntemin yetersizliğini anladı. Çok karmaşık bir yapısı olan nevrozların açıklanmasında başka yöntemler ve kuramlar gerekiyordu.
Hipnoz yöntemini giderek yetersiz bulan Freud 1900 yıllarının başında "serbest çağrışım" yöntemini geliştirerek ruhsal sorunların bilinçdışı kaynaklarına inmek; bilinçdışını incelemek için bu yöntemi kullanmaya başladı. Freud ilk olarak Dora vakasında aktarım (transference) sürecinin psikanalizde önemini vurguladı, 1912'de yayınladığı "Aktarımın Dinamiği" adlı yazısı ile aktarım ve direnç arasındaki ilişkileri, olumlu, olumsuz aktarımı açıklamaya çalıştı. Böylece, aktarım ve direnç, psikanaliz sürecinin en Önemli öğeleri olarak incelenmeye başlandı. Aktarımın ve direncin çözümlenmesi psikanalitik sağaltımının özünü oluşturur. Bunun yapılabilmesi için kullanılan araç ve yöntemler şunlardır: Serbest çağrışım, düşlerin çözümlenmesi ve yorumu, günlük dil ve devinim sürçmelerinin (parapraxias) incelenmesi, yorumlama, çözüm işlemi (working through) ve içgörü kazanılmasıdır.
Kaynaklar:
1- Prof. Dr. M. Orhan Özrütk’ün “Psikanaliz ve Psikoterapi” adlı kitabından uyarlanmıştır.
Yorumlar